Reklamı Geç
normal reklam
Diyarbakır
DOLAR34.0692
EURO37.7489
ALTIN2730.4
BTC/USD57646.841

Yazar Zübeyde Fidan Kırmızı

Yazar Zübeyde Fidan Kırmızı

Zübeyde Hanım öncelikle davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Kendinizi saygı değer okurlarımıza tanıtabilir misiniz? 6 Nisan 1973’te Kulp’un Kaynak köyünde doğdum. Üç yaşındayken Diyarbakır’a ailem yerleşir. İlk eğitimime Mehmetçik İlkokulunda başladım. Diyarbakır’ın en eski ve en köklü okullarından biri olan Ziya Gökalp Ortaokulu ve lisesinde okudum. Ortaokul yıllarında katıldığım komposizyon yarışmalarında dikkate değer ödüller aldım. İlk kompozisyon konum yıllar sonra mesleki kariyerimin ilk filizi olacak olan “ÖĞRETMENİM” başlıklı çalışmamdı. Lise yıllarında okulun atletizm ve basket takımlarında spor kariyerime ilk başlangıcı yaptım. Sporun yanı sıra merak ve öğrenme duygusuyla evimin yakınında açılmış olan Sümerbank İpek Halı Dokuma Atölyesinde ipek halı dokumayı öğrendim. Dokumak büyük bir zevk verirken ilmekleri her atışımda parmaklarımda oluşan yaralar beni caydırmadı, başladığım ipek halıyı bitirdim.

İpek halıların desenleri ortaokul yıllarında adı konulmadan çizdiğim sürrealist resimlerin girdabında şekillendi, hiçbir eğitim almadan çizdiğim desen çalışması atölyede ipek halı olarak işlendi. Çizdiğim “Kuğulu Göl” deseni Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın atölyeyi ziyaretinde beraberinde gelen desinatörlerin dikkatini çeker, övgüye layık görülür. Birkaç desen çalışmasından sonra çalışmalarıma son verdim. 1992 yılında Dicle ÜniversitesiEğitim FakültesiTürk Dili ve Edebiyatı” bölümüne yerleştim. Spora olan merakım ve sevgim Teakwando kariyerimin oluşmasını sağlar diyorsam da küçük bir anıyı vermeden geçemeyeceğim: “Taekwandoya başlamam bir haksızlığa tahammül edemememden kaynaklı. Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı olan kapalı spor salonunda spor yaparken dikkatimi çeken bir grup sporcunun yanına gittim. Genç kızların çoğunlukta olduğu sırayı bozan, siyah kuşaklı bir sporcuyla girdiğim tartışmayla Taekwando spor hayatım başladı. Haksızlılara tahammülü olmayan, başladığı işi düzgün yapmayı seven biri olarak bu süreçte kişiliğim ve yaşama bakışımda çok değişiklik oldu. Spor ahlakı, bir insanın en güzel kazanımlarından biridir.” Birçok başarıdan sonra 1996 yılında spor hayatıma noktayı bıraktım. Yaşadığım şehir kültürel, sosyal hayatım üzerinde derin izler bırakıyordu. Spor, resim, edebiyat, desinatörlük derken üniversite yıllarını geride bırakmış bir öğretmen olarak yaşamımın yeni alanında, evli ve iki evladı olan bir anne olarak ilerlemeye başladım.

2009 yılında Abdüssettar Hayati Avşar’ın hayatını yazmışsınız. Abdüssettar Hayati Avşar ile yolunuz nasıl kesişti?1992 yılında Dicle Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazandım. Üniversite hayatımın ilk günlerinden itibaren kendimi edebiyata, sanata adamak ve bir şeyler yapmak istedim, ilk çalışmam üniversite bünyesinde bölüm başkanımın verdiği “Şair Sırrı Hanım” üzerine yaptığım makalem oldu. Bir kadın şairenin, aruza vakıf hayatını yazmak, acının kelimelere yansıdığı:“Feragat gelmişem fani cihanda hasmım canandır. Ne bilsem Mihribanlık resmin ol kim aslı nadandır.”Mersiyesi beni çok etkiledi. Diyarbekir’in kadın şair ve yazarları ilgimi çekmeye başladı. O dönem yazar Esma Ocak (Esma Abla) ile görüşmeye başladım.

Bölümümde derslerime giren, edebi çehrenin saygı duyduğu öğretmenlerimin varlığı beni soru sormaya, sorgulamaya, şehri daha iyi tanımaya yöneltti. Benim bu merakım, ilgim bölüm öğretmenlerimin dikkatini çekti. 1995 yılında Fakülte Dekanı Prof. Dr. Önder Göçgün ve Doç. Dr. Münir Ertan tarafından Fahri Edebiyat Doktoru Abdüssettar Hayati Avşar Bey’le tanıştırıldım. Tanıştığım gün Abdüssettar Bey’deki farklılığı, olağanüstü hafızayı, bilgi yoğunluğunu ve insani yönünü fark ettim.İlerleyen aylarda Abdüssettar Hayati Avşar Bey’in eşi Müslüme Avşar Hanım Efendi’nin manevi kızı olarak ailenin bir bireyi oldum. Avşar ailesi, çevrelerindeki dostlarına “Bizim bir kızımız var.”diyerek anlatırlardı. Bende ailenin bu sevgisini karşılıksız bırakmaz aynı duygularla onlara yaklaşırdım. Tabii zamanı durdurmak ne mümkün, hayatın dönemecinde bana biçilen görev, sevgi ve saygı çemberiyle
biçimlendi, edebi çevrem kültürel birikimlerini bana yansıtmaya başladı.

2013 Yılında Kardeşim Kadar Değerli VeTaekwando Öğrencim Gazeteci Savaş Ve Fotoğraf Muhabiri Ali Şeran”ın Yönetmenliğinde Diyarbakır Merkezli Kurulan Dijital Medya Portalında Yayın Yapan Haberdiyarbakir.Org Haber Ajansında Köşe Yazarı Ve Kültür Sanat Yönetmeni, 2015 ten 2019 Kadar Baş Yazar Olarak Aktif Görevde Bulundum. 

Sürekli not tutmaya, ses kaydı almaya başladım.Kadim Şehir Diyarbakır’ın “Pir-i Fani”sinin hayatını, şehirler şehrinin görselliğini, entelektüel kimlik, mekânsal boyut, acı-tatlı bütün hikâyeleri ile birlikte yaşamış ve yaşı kemale ermiş şahsiyeti üzerinde belgesel tadında biyografik romanımı AMİD-İ NUR ‘u yazdım. Kitabımın editörlüğünü araştırmacı yazar, usta kalem yaptı.TRT nin “Anadoluya Yolculuk” ve “Göç” adlı programlarında metin yazarlığının yanı sıra birçok dergi ve yayın organlarında makaleleriniz yayınlandı. Özellikle “Diyarbakır ve Yaşam” benim dikkatimi çekti. Bu yazılarına nasıl bir yaşam biçimini taşıdın. “Anadoluya Yolculuk” ve “Göç” programları benim için farklı bir mecra değildi. Yazmayı sevmem, resme meraklı olmam, gözlem ve anlatı yeteneğimi çok daha canlı kılmaya başlamıştı. Bu programlarda her bir çekimin olduğu mekânlar ve insanları anlatmak, bazı bilgileri edebi bir anlatı diliyle yansıtmak çok zevk vermişti. “Anadoluya Yolculuk” programı benim tebessüm ettiğim, tebessüm ederken gururlandığım altı bölümden oluşan ödüllü bir çalışma oldu. “Göç” programı içinde şunu söylemeden geçemeyeceğim : “Ekmeğin sılaya dönüştüğü hayatlar” demeyi uygun görüyorum. Tabii bu süreçte birkaç dergide makalelerim yayımlanmaya başladı “Diyarbakır ve Yaşam” dergisinde yazılarım genel olarak yaşanmışlıkların ve sosyo – kültürel hayatın bir yansıması oldu. Özellikle “Diyarbekir’den Günceler”, “Hede ile Mede” , “Oratoryo” , “Suzan Suzi” adlı makalelerim eski Diyarbekir’i yansıtmada önemli bir yer tutar. “Diyarbekir” dergisinde İpekböcekçiği ile ilgili bir makaleniz yayınlandı. Çok donanımlı bir çalışmaydı. Ne kadar sürede o bilgileri topladınız? Sizce Diyarbakır ipekböcekçiliği hak ettiği yerde mi?

Diyarbekir İpekböcekçiliğini ve tarihçesini ele aldığım çalışmam Diyarbakır ipekböcekçiliği üzerine yazılmış en detaylı çalışma olarak kabul görmüştür. İpek kumaş çeşitleri, ipek böceğinin yetiştirilmesi, sosyal yaşamda ipeğin varlığı, kültürel alanda tarihi belge ve bilgilerle yazım hayatına kazandırılmış bir eser olarak görüyorum bu çalışmamı.1994 yılında ipeğin şehir hayatındaki yerini merak edip araştırdım. Araştırmalarım neticesinde ortaya çıkan çalışmamı dosyalayıp, deyim yerindeyse “rafa kaldırdım” fotoğraf, ses kaydı ve yazımlar dosyadan tarih, kültür, edebiyat, sanat yayını olan “Diyarbekir Dergisi” için yeniden düzenlenerek, genişletilerek, uzun ve detaylı bir çalışmadan sonra basıldı. Basın ve yayın organlarına, üniversite basımlarına konu olan bir çalışma oldu. Son yıllarda İpekçilik üzerine çalışmalar yoğunlaştı ama bu yeterli mi derseniz değil. İpeğin kozasından çekilmesi gibi sabır, ustalık ve çalışma gerektiren bir alandan bahsediyoruz.

2018 yılında YKY tarafından yayımlanan “Şarkın Sultanları” şiir kitabını sormak istiyorum. Neden Faruk Nafiz Çamlıbel? Hayatımızın akışı içinde nelerle karşılaşacağımızı, neler yaşayacağımızı bilememekteyiz. Hayatı boyunca ciddi bir rahatsızlık geçirmeyen, hayatın birçok alanında resim, spor ve eğitim de aktif çalışan ben 2016 yılında ismini anmak istemediğim bir rahatsızlığın içinde buldum kendimi, aldığım ağır tedaviler, evden çıkamamam beni evin içinde yeni bir alana yönelti. Osmanlıca okumaya ilgi duydum.1995 yılında Üniversitedeki bir çalışma-araştırma için edindiğim “Şarkın Sultanları” adlı şiir kitabını okumaya başladım. Osmanlıcanın zengin dil yapısı içinde ilk sayfadan ilk satırdan başlayarak edebi dil ve şiir sarmaladı beni. Notlar almaya başladım defterime, kelimelerin zenginliği, şiirin dili ve içeriği beni çok etkiledi.Faruk Nafiz Çamlıbel 1915 -1917 yılları arasında yazdığı şiirlerini 1918’de “Şark’ın Sultanları” adlı elimde tuttuğum şiir kitabında topladığını fark ettim, buda bende anlatılmaz bir mutluluğa yol açtı. Şiir kitabını günümüz Türkçesine çevirip hazırladıktan sonra, kitabın hat üstadının Diyarbekirli Hattat Hamid Aytaç Amidi olduğunu da ortaya çıkardım. Benim için bu çalışmanın ayrıcalığı, yüzyıl sonra Diyarbekirli bir yazar olarak şiir kitabını hazırlamak ve yüzyıl önce kitap isminin hat sanatçısının yine Diyarbekirli olan Hattat Hamid Aytaç Amidi olmasıdır. Kitabın editörlüğünü eğitimci yazar, halk edebiyatı araştırmacısı M.Sabri Koz ‘un yapması benim için anlatılamaz bir mutluluktur.Bundan sonrası için hedefte neler var?İlimle, irfanla, medeniyetle taçlandırılmış bu şehrin güzelliklerini vermek, yazım çalışmalarına devam etmek. Öğrenmek ve üretmek…

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar