Recep Özoğul
Haberdiyarbakir.Org // Columnist
İletişim haberdiyarbakir.org@gmail.com
Mesai bitince hiçbir yere uğramadan eve giderdi Salih Bey. Yalnız yaşıyordu. Üstelik bir bekleyeni de yoktu. Buna rağmen işi biter bitmez eve gider, yemeğini yer, biraz oturur sonra da uyurdu. Bu durum yıllardır hiç değişmeden devam etti. Sabah uyanır uyanmaz eski bir alışkanlık olarak eve gelen gazeteyi alır, gazetenin sayfalarını ağır ağır çevirir ve yazılanları tek bir satır bile atlamadan büyük bir ciddiyetle okurdu. Sayfaları çevirirken gazetenin sekizinci sayfasının sol alt köşesindeki haber dikkatini çekti.
Haberde bir çocuğun sokak ortasında feci halde dövüldüğü ve buna kimsenin müdahale etmediği yazıyordu. Adam bu duruma içerledi. Zira çocuğun eli, yüzü kir pas içindeydi ve üstü başı perişan haldeydi. Salih Bey kahvaltısını yapıp, hazırlandıktan sonra evden çıktı ve işe gitmek için yola koyuldu. Salih Bey, 42 yaşında bir büro elemanıydı. Özel bir şirkette personel işlerinde ağırlıklı olmak üzere hemen her işe koştururdu. Bugün onun için yoğun bir gün olacağa benziyordu çünkü dünden kalan evrakların dosyalama işleri daha bitmemişti. Salih Bey, masasında dosyalama işlerini yaparken müdür, çocuğuyla odaya girdi. Çocuğun elinde yeni aldığı oyuncağı, üzerinde marka olduğu anlaşılan şık bir elbise ve ayağında ışıklı, parlak bir ayakkabı vardı.
Salih Bey, elindeki dosyaları bir an için bırakıp çocuğa odaklandı. Çocuk eğleniyordu. Sonra gazetedeki haberi hatırladı. Çocuk ağlıyordu.Salih Bey, bugün her zamankinden farklı bir ruh haline bürünmüştü, dikkati dağınıktı ve gözleri hüzünlüydü. Bu hâl bütün gün sürdü. saat 17.00 yi gösteriyordu. Salih Bey, işten çıkıp fırına gitti ve iki ekmek istedi. Bu sırada fırındaki küçük ekranlı televiyonda çocuğun dövüldüğü anlara ait görüntüler veriliyordu. Çocuk, yediği her tokattan sonra gözleri dolu dolu "luebati" diyordu.Kelimeyi hakaret zanneden zalim adam gözü dönmüş bir şekilde vuruyordu. Çocuğa saldırmak için gelen bir grup insanı da zor tutuyorlardı. Derken zengin bir iş adamının, çocuğu yanına getirdiği ve onunla ilgilendiği anlatılıyordu. Salih Bey, eve gitti .Her zamanki gibi yemeğini yedi, biraz oturdu ve uyudu. Bütün günün yorgunluğu omuzlarında bir sızı olarak beliriyor bu da yetmezmiş gibi sabaha kadar titremeler, kabuslar, sanrılar içinde sıkıntılı bir uykuya dalıyordu. Kulağında uğultular bitmiyor, o uğultular içinden bir ses, ağlayarak "luebati" diyordu. Bu sırada Salih Bey'in alnından boşalan terler önce şakaklarına sonra da boynuna süzüyordu. Derken sabahın ilk ışıkları camdan içeri giriyor ve uyur-uyanık haldeki Salih Bey'in yüzünü aydınlatıyordu.
Adam, bitkin halde kalktı. Yüzünü yıkayıp koltuğa oturdu.Nefesi kesiliyor gibi derin derin nefes aldı. Balkona geçti, biraz soluklandıktan sonra gazeteyi alıp masaya geçti. Günlük siyasi, politik, ekonomik ve spor haberlerinin dışında dikkate değer bir şey yoktu. Kahvaltı için hazırladığı çayından son bir yudum alıp evden çıktı. Yol boyu mağazalara, satıcılara, insanlara, kavga eden şoförlere, durakta bekleyenlere bakıp yürüdü. Su almak için markete girdi. Markette iki kişi konuşuyordu. Biri: "Çocuk, iki dil biliyormuş ve satrançta madalyaları varmış, "dedi. Diğeri:" Savaştan kaçıp gelmişler. Anne, babası savaşta ölmüş. Amcası da onu sınırdan geçirip gitmiş. Sınırdaki bir adam onu çarşıya kadar bırakmış sonra o da kaçmış," dedi. Bahsi geçen çocuk, gazete haberi çıkan çocuktu. Salih Bey, şaşırıyordu. Sonradan birtakım bilgiler ortaya çıkmıştı.Çocuğun babası üniversitede hocaymış. profesörlük tezini sunmaya giderken çarşıda infilak eden bombayla öldürülmüş. Çocuğun annesi de Öğretmen olduğu okula yapılan bir saldırı ile on dokuz kişiyle beraber can vermiş. Çocuğun adı Fares imiş. Fares, özel dadılarla büyütülmüş, Arapça'nın yanı sıra İngilizce ve Fransızca öğrenmiş. Satranç ve matematikte de üstün başarılar göstermiş çok yetenekli bir çocukmuş. dokuz yaşında Türkiye'ye gelmiş. iki sene boyunca sokaklarda yatmış. Bazı çetelerin elinde kötü bazı işlere bulaşmıştı. Şimdi on bir yaşındaydı. Ona sahip çıkan iş adamı, onun deha seviyesindeki zekasını ve yeteneğini görünce onu,özel bir okula yazdırmıştı şimdi. Ve aradan on iki sene geçti. Salih Bey, bugün 54 yaşında bir adamdı. Hayatında hiçbir şey değişmemiş.
Onu ziyarete gittim. Beni kapıda karşıladı. Yorgundu. Ona bir mektup getirdiğimi söyledim. Zarfa baktı. Gönderen: Fares, adres: Standford Univercity, America idi. Mektupta kısaca şöyle yazıyordu. Merhaba Salih Bey, ben Fares. Bana sahip olduğum herşeyi sunan üvey babam sizin çalıştığınız şirketin de sahibiymiş. Babam, sizin çok dürüst ve sadık bir çalışan olduğunuzu söyledi. Ben şimdi üniversitede seçkin kişi unvanı ile araştırmalar yapıyorum. Sizi yanıma davet ediyorum. Çünkü size ihtiyacımız var. Benim ve babamın. Babam çok hasta ve işlerin sorumluluğunu üstlenecek bir müdüre ihtiyacı var. Bizi haberdar edin. sevgilerimle. İletişim bilgileri aşağıdadır.
Yorum Yazın